EBU TALHA
/ ZEYD BİN SEHL R.A. أبا
طلحة
:
Eshâb-ı kirâmın
meşhûrlarından ve Ensâr’ın büyüklerinden. Adı, Zeyd bin Sehl bin Esved bin
Haram
bin Amr bin Zeyd-i Menât bin
Adî bin Amr bin Mâlik en-Neccâr el-Ensârî’dir. Eshâb-ı kirâmın meşhûr
okçularındandır. Müslüman
olmadan önce de okçuluğu ile meşhûrdu. Yiğitliği ve kahramanlığı ile
birlikte bilhassa iyi ok
atması ile tanınmıştı. Kendisinin okçuluğunu tanıtan bir şiiri vardır.
Zeyd’im ben, hem Ebû
Talha’yım da.
Her gün bir av bulunur
silâhımda.
Medine’de doğdu. Doğumu
hakkında kesin bir târih bildirilmemektedir. Esas adı Zeyd olup, “Ebû
Talha” künyesi ile meşhûr
olmuştur. Babası Sehl, annesi de Ebâde binti Mâlik’tir. Hanımı, Hz. Enes bin
Mâlik’in annesi Ümmü Süleym
binti
Milhân’dır. Hz. Ebû
Talha’nın mensûb olduğu Amr bin Mâlik kabilesi, Peygamberimizin Mescidinin
batı tarafında
“Babür-rahme” civarında ikâmet ediyorlardı. Hz. Ebû Talha, Peygamberimizin
İslâmiyeti
tebliğ etmeye başladığı
sırada kabilesinin reisi (başkanı) bulunuyordu. Müslüman olduktan sonra,
Resûlullahın çok sevdikleri
ve itimad ettikleri Eshâbından oldu. Onunla beraber bütün harplere iştirak etti
ve çok kahramanlıklar
gösterdi. Hicretin otuzdördüncü (m. 655) senesinde 70 yaşında iken vefât etti.
Daha sonraki bir târihte de
vefât ettiği bildirildi.
Hz. Ebû Talha, İslâm
güneşinin Mekke-i Mükerremede doğup cihanı aydınlatmaya başladığı sırada
20 yaşına erişmiş tam
gençlik çağını yaşıyordu. Bu sırada Mâlik bin Nadr’dan dul kalan ve Hz. Enes
bin Mâlik’in annesi olan
Ümmü Süleym ile evlenmek istedi. Bu Ümmü Süleym, cahiliye devrinde Mâlik
bin Nadr ile evliydi.
İslâmiyeti kabul edince, kocası dininden ayrılması için çok uğraştı. Hz. Ümmü
Süleym’in müslümanlığı terk
etmemesi sebebiyle Kocası Mâlik buna darılıp Şam’a doğru yola çıkmış,
yolda da eşkıyalar
tarafından öldürülmüştü. Eşinden dul kalan Ümmü Süleym, kendisi ile evlenmek
isteyen
Ebû Talha’ya (r.a.): “Benim
de seninle evlenmek arzum yok değil! Senin bu arzunu red etmek istemezdim.
Fakat ben, İslâmiyeti kabul
edip müslüman oldum. Sen ise, henüz müşriksin. Dînime göre,
müslüman bir kadının, kâfir
olan bir erkek ile evlenmesi caiz olmayıp, yasaktır. Eğer müslüman olursan,
seninle evlenirim ve müslümanlığından
başka bir şey de istemem.” dedi. Ebû Talha da, Onun bu talebini
kabul edip, müslüman oldu
ve onunla evlendi. (Bkz. Ümmü Süleym). Hz. Ümmü Süleym’den Abdullah
ve Ebû Ümeyr adında iki
oğlu olmuştur. Başka bir rivâyette de, Hz. Ebû Talha’nın, İslâmiyeti kabul
edişi
şöyle bildirilmektedir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) efendimiz, İslâmiyeti Medinelilere öğretip yaymak için
Mus’ab bin Umeyr’i (r.a.)
vazifelendirmişti. Hz. Mus’ab, Medine halkına İslâmiyeti anlatırken, bir gün
Ebû
Talha (r.a.) ile görüşüp,
Onu da bu dîne girmeye davet etmişti. Hz. Ebû Talha İslâmiyeti kabul ettikten
sonra, Mekke-i Mükerreme’ye
giderek Resûlullah efendimiz ile görüşüp, Onunla konuşmak, sohbetinde
bulunmak şerefine de
kavuşmuştu. Mekke’de, Resûl-i Ekrem’e bîat ettikten sonra tekrar Peygamberimiz
tarafından, Medineye
gönderilmiş ve oradaki Ensâra İslâmiyeti tebliğ etmek, açıklayıp öğretmek için
ta’yin olunan nakiblerden
(temsilcilerden) biri olmuştu.
Hicretten sonra
Peygamberimiz, Onun ile Muhacirlerden ve Cennet ile müjdelenenlerden Hz. Ebû
Ubeyde bin Cerrâh arasında
kardeşlik akdi yaptı. Resûlullah’a teslimiyeti ve bağlılığı, tarifi zor olan
bir
aşk derecesinde idi. Hz.
Ebû Talha, malı mülkü, çoluk ve çocuklarıyla birlikte hayatını Resûlullah’a
hizmetle
geçirmiştir. Resûlullah
efendimiz kendisini çok severdi. Bedir’de ve diğer bütün muharebelerde
Resûlullah’tan hiç
ayrılmamıştı. Müşriklerle yapılan Uhud harbinde çok büyük fedâkârlıkları
görülmüştür.
Uhud’da, bir ara
müslümanlar dağılmışlardı. Düşman askerleri tâ Resûlullah’ın yanına kadar
yaklaşmışlardı.
Bu durum, büyük bir tehlike
arz ediyordu. Buna rağmen bir avuç fedâkâr müslüman, Resûlullah’ın
etrafında halkalanıp, canlı
bir duvar meydana getirdiler. Onu korumak için canlarını fedâ ettiler. Hz. Ebû
Talha da, Resûlullah’ın yanından
hiç ayrılmayanlardandı. Resûlullah’a saldıran ve O’na büyük sıkıntı
veren müşriklere karşı
eline geçirdiği bir kalkanı kullanıp vücudunu siper ederek, onlardan
hiçbirisini
Resûlullaha yaklaştırmamış
ve bir yandan da son derece maharetle düşmana ok yağdırmaya devam
etmiştir. O kadar ki,
arkasında bulunan Resûlullah efendimiz arada bir mübârek başını kaldırır ve Ebû
Talha’nın (r.a.) attığı
okların isabet ettiği yerleri gözetirdi. Resûlullah’a bir okun isabet
edeceğinden korkup:
“Yâ Resûlallah! Anam babam,
canım sana kurban olsun! Mübârek başınızı kaldırmayınız ki, size bir
düşman oku isabet edip
zarar vermesin! Beni boğazlamadıkça, bunlar sana ulaşamazlar. Ben ölmedikçe
size bir şey olmaz” diyerek
Resûlullah’ı kendi nefsine tercih ederdi. Yüksek sesi ile düşmana korku
salardı. Bundan dolayı
Peygamber efendimiz, “Asker içinde Ebû Talha’nın sesi, yüz kişiden hayırlıdır”
buyurdu. Uhud harbinin bu
dehşet veren safhası, Allaha ve O’nun Resûlü Muhammed
aleyhisselâma îmân edip,
canlarını fedâ etmekte bir an dahi olsun tereddüt etmeyen müslümanlara
Allahü teâlânın yardımı
ulaşarak son buldu. Dağılan müslümanların, Resûlullah’ın etrafında tekrar
toplanması
ile zafer kazanıldı.
Hendek harbinde de, kendisine
ayrılan bölgeyi, kabilesi ile birlikte en iyi şekilde savunup korumuştur.
Hz. Ebû Talha, Hayber
savaşında da, Resûlullahın maiyetinde muharebeye katılmış, hatta bu esna-
da Resûlullah’ın bir emrini
müslümanlara tebliğ etmekle memur edilmişti. Şöyle ki, daha önce Arapların
yediği ehli merkep eti, bu
harp esnasında harâm edilmişti. Bir ara müslümanlardan bazıları merkep eti
yemek için ateş yakmışlar,
bu etleri pişirmeye başlamışlardı. Müslümanların bu halinden haberdâr olan
Resûlullah efendimiz, Hz.
Ebû Talha’yı gönderip, ehli eşek etini yemenin harâm edildiğini bildirmesini
istedi. Askerlerin
karargâhına varan Ebû Talha (r.a.), hepsine bu emri tebliğ etmiş, ocakların
üstünde
pişen tenceredeki etler
hemen dökülmüştü.
Hz. Ebû Talha, Mekke’nin
fethinde de, kendi kabilesi ile birlikte savaşa iştirak etmiştir. Huneyn
harbinde ise çok büyük
fedâkârlıklar göstermiştir. Bu harpte yalnız kendisi yirmi müşrik (puta tapan)
askerini
öldürmüş ve Resûlullah
efendimizin “Her kim, kaç düşman askeri öldürürse, öldürdüğü kimselerin
atı, silâhı ve diğer
techîzatı öldürene aittir. Ganimete dahil değildir.” emirleri gereğince, 20
askerin bütün techîzatı
kendisine kalmıştır.
Hz. Ebû Talha, Resûlullah
(s.a.v.) ile birlikte Veda Haccında bulunduktan sonra, Medine’ye geri
döndü. Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) vefât ettiği zaman, kabr-i şerîflerini, Medine halkının âdetine uygun
olarak
kazmak şerefine de nâil
olmuştur.
Hz. Ebû Talha,
Resûlullah’ın vefâtından sonra Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk ve Hz. Ömer’ül-Farûk’un
halifelik
zamanlarında yapılan
harplerin de çoğuna katılmıştır. Bu muharebelerde de büyük kahramanlıkları
görülmüş ve nice kâfirleri,
dinden ayrılanları maharetle kullandığı oku ile yere sermiştir.
Resûlullah’ın âhirete
irtihalinden sonra, Eshâb-ı kirâmın her biri, onun ayrılık acısına
dayanamayarak
başka şehirlere hicret
etmişlerdi. Hz. Ebû Talha da, ayrılık üzüntüsü sebebiyle Şam’a gitti. Burada
uzun müddet kaldı.
Medine’ye dönüp, Resûlullah’ın kabr-i şerîfini ziyâret etmek arzusu her geçen
gün
fazlalaşmasına rağmen,
ancak Hz. Ömer’in şehîd edilmesine yakın bir zamanda gelebilmişti. Hz. Ömer
de, Ebû Talha’yı (r.a.) çok
sever, ona çok güvenirdi. Sarsılmayan bir itimadı vardı. Nitekim Hz. Ömer,
kendisinin vefâtından sonra
halife olacak kimsenin seçimini 6 kişilik bir şûrâ’ya (heyete) havale etmişti.
Bu altı kişi, dünyâda iken
Cennetle müjdelenmişlerdi. Bunlar, içlerinden birisini halife seçeceklerdi. Hz.
Ömer, bunların her birine
ayrı ayrı nasîhatte ve tavsiyelerde bulundu. Ayrıca, Medineli Sahâbîlerin en
zengin olanlarından ve üstün
cesareti ile meşhûr olan, Ebû Talha’ya (r.a.) hitaben: “Ey Ebû Talha! Çok
kerre Allahü teâlâ seninle,
İslâmı azîz kılmıştır. Bu defa da hizmet eyle! Halifeyi seçecek şûra üyeleri
bir
evde toplanacaklar. Sen de,
Ensârdan 50 kişi ile kapıda bekle, dışarıdan kimseyi içeri sokma. Üç gün
içlerinden birini halife
seçmek üzere onları teşvik et!” dedi. Halife seçimi, belirtilen sürede
tamamlanıp,
Hz. Osman halife oldu.
Hz. Ebû Talha, Hz. Osman ve
Hz. Ali zamanlarında meydana çıkan karışıklıklara, fitnelere karışmamış,
Medine’de bir köşeye
çekilerek ibâdetle meşgul olmuştur. Emevîler devrinde yaşı bir hayli
ilerlemişti.
70 yaşında bulunduğu sırada
kendisi bir gün Berâe (Tevbe; sûresini okurken 41.nci: “Ey
mü’minler gerek hafif
(süvari) gerek ağırlıklı (piyade) olarak seferber olun ve mallarınızla
canlarınızla
Allah yolunda muharebe
edin! Eğer bilirseniz, bu sizin için pek hayırlıdır” âyet-i kerîmesi
gelince, şecaat ve
kahramanlık damarı kabarıp: “Rabbim beni gerek gençliğimizde, gerekse
ihtiyarlığımda
kâfirler ile harbe ve
cihada davet ediyor. Çabuk beni harp için techîz ediniz ve yolculuk için lâzım
olacak şeyleri
hazırlayınız. Harbe gideyim!” dedi. Oğulları da: “Ey Babacığım! Resûlullah ile
birlikte, O
âhirete göç edinceye kadar
cihadda bulundun. Sonra da Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer zamanlarında
harblere katıldın. Şimdi
harb etmek sırası bizimdir. Sen otur, biz gidelim” dediler ise de, Hz. Ebû
Talha:
“Hayır, hayır! Ben
gideceğim!” diyerek evvelki sözünden vazgeçmemiştir. Hicretin 34 (m. 654)
senesinde,
bir deniz harbi için
hazırlanan orduya katılmış, fakat gemiye bindikten ve denize açıldıktan bir
müddet
sonra vefât etmiştir.
Vefâtından sonra yedi gün kara parçası bulunamadığı için defn edilememiş, bu
kadar uzun süre dışarıda
kalmasına rağmen sanki hayatta imiş gibi mübârek cesedinin bozulmadığı
görülmüştür. Gemi sahile
yanaşınca karada bir yere dlefnedilmiştir. Vefât târihi ve yeri hakkındaki
rivâyetler
değişiktir. Medine’de iken
vefât ettiği, cenâze namazını Hz. Osman’ın aldırdığı da bildirilmektedir.
51 (m. 671) yılında vefât
ettiği de rivâyet edilmektedir. Hz. Ebû Talha’nın, Resûlullah’ın vefâtından
sonra
tam 40 yıl oruç tuttuğunu
Hz. Enes bin Mâlik rivâyet etmektedir. Bu rivâyete göre, hicretin 50 veya
51.nci
senesinde vefât ettiği
anlaşılmaktadır. Çünkü Ebû Talha (r.a.), Peygamberimizin zamanında ömrünün
çoğunu harplerde geçirmiş
olup, oruçlarını tutamamış olması sebebiyle kaçırdıklarını telafi için devamlı
olarak bayram günler
haricinde 40 yıl oruç tutmuştur. Bu rivâyet, hadîs âlimlerinin itirazlarına
uğramamış
ve sahih bulunmuştur.
Hz. Ebû Talha’nın fazîleti,
üstünlüğü ve kemâli çoktu. Resûl-i Ekrem’in yanında hususi bir yeri vardı.
Ona bağlılığı ve muhabbeti
ile tanınmıştı. Resûlullah’ın uğrunda katlanmayacağı hiçbir fedâkârlık
yoktu. Bütün harblerde, gözü
ile Resûlullah’ı takibederdi. O’na bir zarar gelmemesi için, en sıkışık
anlarında
Onun yanına koşar ve vücudu
ile Ona siper olmaya çalışırdı. Hayber seferinde, Resûlullah efendimiz
harb ganimeti olarak
kendisine verilen Hz. Safiyye’yi devesinin arkasına alarak, geri dönerken
yolda devenin ayağının
kayması ile her ikisi birden deveden düştüler. Bundan haberi olan Ebû Talha
(r.a.), önündeki bütün engelleri en süratli
bir şekilde aşarak, hemen yanlarına koştu ve Resûl-i Ekrem’in
(s.a.v.) baygınlık hâlini
görünce aklı başından gitti. Hemen onları ayıltmanın çarelerini aradı ve buldu.
Sonra Peygamberimizi
devesine bindirdi. Kendisi ve Hz. Enes bin Mâlik, develerine binmiş oldukları
halde, Resûlullah’ın iki
yanına geçip dengeli bir vaziyette Medine’ye getirdiler.
Hz. Ebû Talha, Medine’deki
Sahâbîlerin en zenginlerindendi. Medine içinde Onun kadar malı mülkü
olan pek azdı. Bütün
malları, hayvanları Berha mevkiinde bulunuyordu. Burası Medine’deki Mescid-i
Nebî’ye çok yakındı.
Resûlullah efendimiz sık sık buraya uğrar, manzarasını seyreder ve meşhûr olan
suyundan içerdi. Yine bir
gün buraya uğradığında, Kur’ân-ı kerîmden Âl-i İmrân 92.nci, “Sevdiğiniz
mallarınızdan infak
etmedikçe, hayra nâil olamazsınız” âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Bu âyet-i
kerîmeyi
işiten Hz. Ebû Talha, hemen
Resûlullah’a (s.a.v.) başvurarak, mallarının hepsini kendisine bağışlayıp
istediği gibi kullanmasını
teklif etti. Resûlullah efendimiz de bu malları akrabasına dağıtmasını
isteyince
emir buyurduğu şekilde,
bütün mallarını akrabalarına sadaka olarak dağıttı. Bundan önce de, birçok
defa mallarının hepsini
Resûlullah’a bağışlamıştır.
Hz. Ebû Talha’nın, Resûl-i
Ekrem efendimize öyle bir sevgisi vardı ki, ona bir zarar gelmesinden
çok korkardı. O’nun evinden
sokağa çıktığını görünce, hemen o da dışarı çıkar, O’nu takibederdi. Bir
aralık, Medine-i
Münevvereye bir düşman saldırısı söz konusu olmuştu. Müslümanların korkusu ve
telâşı
artınca, Peygamberimiz
durumu incelemek için, bir gece hayvanının sırtına binerek dışarıya çıkmıştı.
Hz. Ebû Talha da hemen
çıkıp O’nu takibetti. Merak edilecek bir durum bulunmadığını görünce geri
döndüğünde,
Ebû Talha (r.a.) ile
karşılaştı. Hz. Ebû Talha’nın bu yakınlığı Resûlullah efendimizin, O’nun
evini sık sık ziyâret
etmesinden de anlaşılmaktadır. Hz. Ebû Talha’nın üvey oğlu Enes bin Mâlik
(r.a.),
Resûl-i Ekrem’in bu
sevgisini şöyle anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) efendimiz, daima evimize gelip
gider ve
bizi memnun etmek için her
şeyi yapardı. Resûl-i Ekrem’in bizimle olan yakınlığı o dereceye varmıştı ki,
hepimizi ayrı ayrı
sevindirir, benim ana tarafından kardeşim olan bir çocuğu, çeşitli
latîfeleriyle eğlendirip
neş’elendirirdi. Namaz
vakti geldiği zaman, biz de Resûl-i Ekrem’e bir seccade yayar, arkasına
dizilir,
namazımızı kılardık.”
Hz. Ebû Talha’nın evinde güzel
bir yemek pişirildiğinde mutlaka Resûl-i ekrem efendimiz hatırlanır,
Onun bu yemeğe iştirakini
isterlerdi. Hz. Enes şöyle anlatıyor: “Bir gün, üvey babam Ebû Talha (r.a.),
tavşan avlamıştı. Tavşan
evde pişirilmiş, Resûl-i Ekrem efendimiz için bir hisse ayrılmıştı.” Resûl-i
Ekrem’in
bunu yiyip yimediği
sorulunca da: “Evet, Resûlullah, onu yidi” demişti. Hz. Enes’in annesi ve Ebû
Talha’nın (r.a.) hanımı
olan Ümmü Süleym (Rumeysa), bu gibi fırsatların hepsini hemen değerlendirirdi.
Hz. Enes bin Mâlik diyor
ki: “Annem Ümmü Süleym? beni bir gün, Resûl-i Ekrem efendimize göndererek
elime, taze hurmalarla dolu
bir kap vermişti. Resûlullah efendimiz, bundan mübârek elleriyle alarak,
hanımlarından
her birine gönderiyordu.
Peygamberimiz, bunlardan arzu ettiği kadarını gönderdikten sonra
geriye kalan hurmaları
oturup yimişti. Onun yiyişinde hurmayı arzu ve iştahla yidiği belliydi.”
Hz. Ebû Talha, Resûlullah
efendimize sevgisinin çokluğu sebebiyle, Ona ait her şeyi saklamak ve
Onunla bereketlenmek,
isterdi. Resûlullah efendimiz, Veda Haccı’nda mübârek başını tıraş ettiği
zaman,
mübârek saçından en evvel
alan Hz. Ebû Talha (r.a.) olmuştu. Başka bir günde, bir berber, Resûl-i Ekrem’i
tıraş ederek mübârek
saçlarını kesmiş, Hz. Ebû Talha da, bütün bu mübârek saçları toplayarak
evine götürmüş, onları
hanımı Ümmü Süleym’e teslim ederek, Onun bu saçları tam bir itina ile
saklamasını
istemişti.
Resûl-i Ekrem efendimizin,
Hz. Ebû Talha’ya ve ailesine olan sevgisinin daha birçok delilleri vardır.
Birgün Ebû Talha’nın (r.a.)
bir oğlu ölmüştü. Hanımı tekrar hamile kalıp, bir erkek çocuğu olunca,
Resûlullah efendimiz Onu
kucağına alarak, “Abdullah” ismini verdi ve onun için hayır duâda bulundu.
Resûlullahın bu duâsı kabul
olunmuş ve bu Abdullah bin Ebû Talha, Ensârın en fazîletli gençlerinden biri
olmuştur.
Hz. Ebû Talha’nın fazîleti,
üstünlüğü ve hadîs-i şerîf rivâyetindeki son derece ihtiyatı ve titizliği, bu
ilmin âlimlerince kabul ve
sağlam görülmüştür. Resûlullah (s.a.v.) efendimizden 92 hadîs-i şerîf
bildirmiştir.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerde, bazı dînî meseleler, harpler ve sevabı çok olan ameller
bildirilmektedir.
Resûl-i Ekrem’in sohbeti
ile şereflenen mümtaz, seçkin ve kıymetli bir zât olduğu halde, rivâyetlerinin
az olmasının sebebi,
kendisinin Resûl-i Ekrem’e ait hadîs-i şerîfleri, son derece ihtiyat ve
dikkatle bildirmesidir.
Bu hadîs-i şerîflerden
bazıları şunlardır:
Kendisi şöyle anlatıyor:
Bir gün Resûlullah’ın huzuruna girmiştim. Onu, tarif edilemiyecek bir şekilde
neşeli ve güleryüzlü
gördüm. Sebebini sorduğumda, buyurdu ki: “Yâ Ebâ Talha! Nasıl memnun
olmayayım ki, biraz önce
Cebrâil aleyhisselâm gelip, ümmetimden senin üzerine bir kerre salât
ve selâm getiren kimse
üzerine, Allahü teâlâ ve melekleri on kerre salât ve selâm getirir” diye
müjde vermek için Allahü
teâlâ tarafından gönderildiğini söylemişti. “İçinde köpek ve canlı resim
bulunan
eve melekler gelmez.”
“Bir müslümanın şerefi ile oynandığı, onun
aleyhinde konuşulduğu yerlerde, kim ona yardım
ederse, Allahü teâlâ da
yardıma muhtaç olduğu gün kendisine yardım eder. Bir kimse, din
kardeşini insanlar içinde
aleyhinde konuşarak rezil edip, kusurlarını teşhir etmeye kalkarsa, yardım
edilmeye muhtaç olduğu
günde, Allahü teâlâ da onu rezil eder.”
“Resûlullah efendimiz, bir
kavim ile muharebe edip galip geldikten sonra, orada üç gün kalmayı
tercih ederdi.”
Resûl-i ekrem (s.a.v.)
Bedir harbinde öldürülen Kureyş müşriklerinin hepsinin bir çukura gömülmesini
emretti. Ondan sonra,
onların gömüldükleri yere beraberce gitmiştik. Peygamberimiz (s.a.v.) oraya
vardıklarında: “Ey Ebû
Cehil! Ey Utbe bin Rabia! Ey Velîd bin Utbe! Nasıl, Allahü teâlânın va’dinin
hak olduğunu anladınız mı?
Ben, Rabbimin bana va’d ettiğini hak olarak gördüm” buyurdu. Hz.
Ömer sordu: “Yâ Resûlallah!
İçinde ruh olmayan cesetlerle mi konuşuyorsun?” Resûl-i Ekrem
cevaplarında buyurdu ki:
“Beni hak ile gönderen Cenâb-ı Hakk’a yemin ederim ki, siz bile benim
dediklerimi onlar kadar
duyamazsınız.”
Bir gün, bir cemaat
ortasında oturuyorduk. Resûlullah (s.a.v.) geldi ve bize: “Ne yapıyorsunuz?”
diye sordu. Dedik ki, “Yâ
Resûlallah! Oturduk, konuşuyoruz. Müzakere ediyoruz.” Bunun üzerine Resûl-i
Ekrem Efendimiz: “Meclis
halinde oturduğunuz zaman, meclislerin hakkını veriniz!” buyurdu. Kendisinden:
“Meclislerin hakkı nedir?
Yâ Resûlallah!” diye istirhamda bulunduk. Buyurdular ki: “Meclislerin
hakkı, gözü yummak (yani
arkadaşlarının kusurunu görmemek), selâma cevap vermek ve güzel söz
söylemektir.”
KAYNAKLAR:
1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-3, sh-504
2) El-Îsâbe cild-1, sh-566
3) El-A’lâm cild-3, sh-58
4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-6,
sh-4
5) Metâli’-un-nücûm cild-2,
sh-13
6) Eshâb-ı Kirâm sh-119,
218
7) Sahîh-i Buhârî, Cenaiz
43, Kitâb-ul-cihâd 29
8) Sahîh-i Müslim Adab 23
9) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-3, sh-315